Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü islam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar.
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İnsan sures 30
Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ındır. Kimi dilerse bağışlar, kimi dilerse azablandırır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
Ali imran 129
Resulullah günde 70 ya da 100 kere tevbe ederdi. Ancak şu ayet ona inmiştir, bu ondan önceki resullere de gelmiştir.
Rabbini sabah akşam yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle için için zikret, gafillerden olma.
Araf 205
Resullerin hepsi Allahtan çok korkardı . üstün ahlak sahibi olmalarına rağmen. Görüldüğü gibi Allah en çok kendi sevdiklerine seçtiklerine celaliyle davranıyor. Ve Onları da ateşle azabıyla tehtid ediyor. Allah galiptir.
Allah kuran'da resulüne;
Kim bunda (dünyada) kör ise, o, ahirette de kördür ve yol bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır.'
Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi.
Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.
Bu durumda, biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.
Der. sen olmasaydın alemleri yaratmazdım dediği elçisine.
Elçi, ayette "kim resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" denecek kadar Allah'tan tam destekli hüküm ve üstünlük verilmiş kişidir diğer resuller gibi. Resullere gelen gerçek bilgi, olayların içyüzü, 18 bin alem denilen ve içinden, işlevselliği olduğu halde, perdeler arkasından yaşanmışlığı kesin mucizeler olarak halka iletilir.
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.)
Ancak elçileri içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer.
öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerinibilsin. (Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve her şeyi sayı olarak da sayıp-tesbit etmiştir.
Cin 26-27
İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu ibrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.
Tevbe 114
Doğrusu ibrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi.
Hud 75
Resullerin kalp inceliğine delil.
Allahdan en çok korkan resulullahdı. O “bana en sevimli olanınız Allah'dan en çok korkanınızdır” dedi.
Allah, resulüne celaliyle yöneldiği zaman resul yere çökerdi ve etrafındaki arkadaşları onun bu halinden korkarlardı.
Şunu bilmek gerek:
Bizde şaşkınlık uyandıracak bir gerçeklik var. Görüp hayret ettiğin eğer aklın üstünlüğüyse, o aklın sana yönelip kendini sana hatırlattığı zaman "ne yapıyorum" diye kendine sor. Varman gereken yer "nimet de senden şükür de senden" demek olmalı.
İsyan etme, lanetlenme. Başka bilmeden gafil yaşadığımız uzun zaman aralıklarında üstün aklın sende uyandırdığı, bilmediğin bir hayranlıkla gene bilmediğin gelip giden bir sarhoşluk içindeysen dünyanın büyüsündesin demekdir. Dikkat etmek gerekir.
Sen kendi aleminde nefes alırken o nefes Allah'ın kontrolündedir Allah algılamadadır, sana bakıyor seni görüyor, kimse yalnız değildir. üzerinde şahitler durulmuş. Allah bizi bizde hayranlık uyandıracak bir şekilde algılıyor. Bunun hassaslığı yaşanmadan bilinemez . Zerrelere kadar tam kusursuz algılayıp heran ne varsa herşekilde (hem maddi hem manevi hassaslıkları aynı mükemmellikte ve kusursuz kontrol içinde) elinde tutar. Değiştirebilmeye kudretli bir sonsuz, zamanla bağlantısı olmayıp zamanı kendi yaratan bir varlığın kuşatması altındayız. önümüzde ve arkamızda ne olduğunu bilen alemlerin Rabbi.
Mükemmel kusursuz çalışan, her noktasında, zerresinde işlev olan bir makinedir bu yaradılış. İşler.
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.
Talak 12
Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu (Allahın değişmez egemenliğine ve sünnetine bağlı olarak hareket ettikleri gerçeği ) gösteriyorduk.
Enam 75
Yakınlık mertebesinin en üstünü hakku'l yakin* dir. Bu yakınlık celalle de gelir cemalle de gelir. Celal tecellisiyle - resullere- ikram edilen bu yakınlık da hakk'ul yakindir. Resulullahın o hallerde yere çökmesi böyledir. Allah celali ile tecelli ederse yerinden kıpırdayamazsın. Yakınlık ve korku o noktadadır. Ancak bu sağlam bir kuşatmadır. Allahı hemen yanında bulmaktır.
Resulullah "beni rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti" demiştir.
Cemal tecelli ederse Allah vardır sen yoksundur. Allah'ı görürsün kendini görmezsin. Allah'ı görünce kendini görmeyince işte bu sonsuzluktur. İşte bu sonsuzlukla gelen yokluk birliktir. Allah ahaddir. Bilemeyeceğin uzakların bir parçası olduğunu bilirsin. O sonsuzluk içinde zerre bile olmayıp ancak "sonsuz olmuş olup da yokluktaysan" işte bu, dünyadaki cennettir. Buna marifetullah denir. Katıksız huzurdur. Evrenin ve içindekilerin yaratılmış olduğu bilgisiyle yok olmuşluğun içine girilmişken, senden çıkanlar da artık Allahtandır. Allah birdir.
Ancak önümüzde olanı görmeyiz. Ama heran bilinebilir olduğunu biliriz. Belki ilerdeki ya da öncesi ve sonrası görünen geniş bir bilinçteyken o an olan biteni büyük çemberin içinde görürüz. . Ledun ilmi bunun bir parçasıdır. Yoldaki işaretler öğretilmiş bir ilimle bu da derininde sır olan esriklikle örtüşür. Yabancılık buradan gelir.
Bunun gerçekliğini ya da gerçeğin iç yüzünü bilip yol tutmak hikmetledir.
Peki ne yapmak lazım. Gerçekte bu çember, süreç içinde oluşan tam bir yalnızlık içindeyken dışa vurulsa, batıla ait planlar düzenekler işlemez olur. Ancak Allah yücedir. Kibriya sahibir.
Dedim ki : ancak önümüzde olanı görmeyiz. Ama heran bilinebilir olduğunu biliriz. Belki ilerdeki ya da öncesi ve sonrası görünen geniş bir bilinçteyken o an olanı biteni büyük çemberin içinde görürüz. Esas olan görmesek de Allahlayız, huzur ondandır. Şu halde cemal olarak gelen arkadaşlık dostluk kurulduğunda tam esenliğeve barışa girilmiş olunur. İslamın ya da teslimiyetin özü budur. Vahdet-i vücut.
Ancak - inşallah varacağımız yer olan - cennet başka bir yaradılıştır, bunu da bilmek lazım. Orada çirkinlik yoktur. Dünyanın çöplük olduğunu bilenler cennete bakabilirler. Ve süresizdir. Süresiz bir varoluşta zerre kadar sıkıntı olmadan yaşanacak bir hayat nasıl olması gerekiyorsa öyle bir yaradılış olacaktır, Allah kuran'da “Cennette oranın varisleri için hazırlananları kimse bilmez” der . Orada, burada da yaşanabilmesi mümkün olan yokluk hep olacaktır.
Rabbimi Rabbimle bildim.
Şakirtleri isaya dediler:
Sonumuz nasıl olacak söyle bize?
İsa dedi:
Sonu aradığınıza göre
Başlangıcın perdesini mi açtınız?
çünkü başlangıç nerede ise,
Son orada olacak.
Mesut o kimsedir ki başlangıçta duracak
Ve sonu bilecek.
ölümü tatmayacak.
Thomasın incili
* Felsefede doğruluğuna inanılan ve itirazsız kabul edilen hükme yakîn denir. Bir şeyin kesinlikle bulunduğu şeklinde olduğuna, başka bir şekilde olmasının mümkün olmadığına; gerçeğe uygun olup, değişime uğramayacağına inanmak.
Yakîn, elde edilmesi açısından üç mertebeye ayrılır:
a) İlmu'l-yakîn: Bir şeyi görmeden, deney sahasına girmeden yalnız bilgi yoluyla şüphesiz bilmektir. Dumansız açık bir havada, dağın arkasında yükselmekte olan dumanı görüp ateşin yanmakta olduğunu bilmek, yani dumandan ateşin varlığını bilme...
Kesin bilgi ifade eden ayet ve mütevatir hadislerden gelen ve görülmeyen varlıklara (Cennet, Cehennem, Melekler..) ait olan bilgimiz ilmu'l-yakîn bilgidir.
b) Aynu'l-yakîn; Görerek elde edilen kesin bilgi. Ateşin yanına gidip engelsiz olarak bizzat görerek hakkında bilgi edinilmesi gibi. Aynu'l yakin de şüphe yoktur.
c) Hakku'l-yakîn; Yakînin son mertebesidir. örnekte; bütün duygularımızla ateş hakkında bilgi edinilmesi gibi. Ateşi duyularla deneyimlemek.
Hakku'l-yakîn; yakin derecelerinin sonuncusu ve en yükseğidir. İlim ve müşâhededen geçip fiilen içinde yaşanan hakikat demektir. Bazı ilim sahibleri der ki: "Hakku'l-yakîn kulun Hak'da fani olması ve yalnız ilmen değil; hem ilmen, hem müşahade ederek, hem hal ehli olarak bekâ bulmasıdır" (Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 4726).