Dr. Schweitzer için etrafta hayvanlar yoksa, yaşam pek de yaşanmaya değmez.
Günlüğünde insan dostlarının yanısıra hayvan dostlarının gelişlerinden,
gidişlerinden, başlarından geçenlerden söz ederdi.(Yetkililer kuduz endişesiyle
onun kedi, köpek ve maymunlarını itlaf kararını aldıktan sonra son derece
üzülen Dr. Schweitzer yalnızca yedi ay daha yaşayabildi!) Dr. Schweitzer'in
hayvan dostları arasında favorileri de vardı. O, hayvanların salt zekalarına
önem vermez ama onlarda insanlara özgü denilen bir takım karakter özellikleri
de bulurdu.
Unutmayalım
ki bazı daha gelişmiş hayvanlar hissedebildiklerini bize gösterirler ve
etkileyici bazen de şaşırtıcı sadakat ve fedakarlık gösterileri yapmaya
muktedirdirler.
Ta ilk başından, Alsace'deki çocukluk evinde bile Sultan ve Phylax adlı iki köpeği vardı. Lambaréné'de geçen yılları boyunca bir sürü dostu daha oldu. Caramba, Amos, Porto, Hannibal, Cesar, Kimmy ve özellikle beyazlı sarılı Çu çu. Yemek odasına girmesine izin verilen ve böylece yemeklerin şurasından burasından yararlanabilen tek köpek bu dişi teriye idi.
Aynı şekilde kediler de onun yaşamında önemli, hatta daha önde gelen
bir yer almışlardı. Örneğin Sizi, o çalışma masasında yazarken sol koluna
yaslanıp kurulur, sık sık da uyuya kalırdı. Tabi adamcağız da kolunu kıpırdatmaya
cesaret bile edemezdi. Bu böylece 23 yıl devam etti. Sizi, Dr. Schweitzer
tarafından bir inşaatta bulunmuştu.
Doktor kedi yavrusunun acılı miyavlamalarını duyup onu inşaatın bodrumundan
kurtarmıştı. (Lambaréné'deki hastahane her an artan hastalar ve aileleri
ile doktorlar ve hastabakıcılar nedeniyle devamlı inşaat şantiyesi halinde
büyütülmekteydi.)
Bir başka kedi, Piccolo, öğle sonrası uykularını Dr. Schweitzer'in sırasına konulmuş kağıt istifi üzerinde yapardı. Eğer bu kağıtlar imzalanması gereken önemli ve acil belgeler idiyseler, ne yapalım beklemek zorundaydılar. Daha da egzotik (tabii ki Avrupa'lılara göre) hayvan dostları ise yerli maymunlar, goriller, şempanzeler, pelikanlar ve antiloplardı. Maymunlar hele sayılamayacak denli çoktular.
Kapımıza gelen bütün başıboş maymunlara acımak gibi bir özelliğim vardı.(Eğer
sizin de benim gibi iri maymunlar hakkında deneyiminiz olsaydı anlardınız
niye her gelen maymunu yeterince büyüyüp güçlenene kadar besleyip ancak
ondan sonra birkaçını beraberce ormana geri saldığımı. Bu hem onlar için
hem de benim için büyük bir olay olurdu.) Bazen bizim maymun kolonimize
annesi öldürülmüş bir yetim maymun yavrusu geldiği olurdu. Daha büyük
maymunlardan birinin bu yavruyu benimseyip bakımını üstlenmesini sağlamam
gerekirdi. Bu işin, hangi gönüllü adayı görevlendireceğime dair karar
verebilmek dışında pek de zor bir yanı olmazdı. Çoğu kez öyle olurdu ki
bu ani bebek bakıcılığı sorumluluğuna talip olanlar görünüşte en sinirli
ve huysuz maymunlar olurdu.
Bu yavru maymunlardan birinin üvey annesi de doktorun Kanadalı çevirmen arkadaşı, Bn C.E.B. Russel olmuştu. Yavru maymuna da "Kanada" adını verdiler Birgün Dr. Schweitzer uzaklardaki "Kanada" ya ithaf ettiği, onun için emprovize ettiği bir dizi Bach prelüd ve fügünden oluşan özel bir org konseri vermişti. Bn. Russel, bu konserin onlar için taa uzaklardaki Afrika'yı yakınlaştırdığını yazmıştır.
O an, daha önceleri eşine rastlamadığımız bir güzellikle emprovizasyona
devam etti. Sanki Afrika ormanlarının tüm sihriyle dolu gibiydi, cangılda
ve nehirde bir dolunay ışığı gibi, güneş parıldarken dallarda çığrışan
maymunların zıplayışları gibi...
Yetim kalmış ya da yaralı genç goril ve şempanzeler daha da bir sorun olmaktaydı. Bu hayvanların çoğu hastaneye avcılar tarafından getirilirlerdi. Tabi hayvan sevgileri nedeniyle değil; çünkü onların annelerini de vuran aynı kişilerdi. Ama kendine başka zavallı genç yaratıkları getiren herkese yaptığı gibi, doktorun onlara da bir para ödeyeceğini bilirlerdi.
Birer çocuk gibi yetiştirilen bu hayvanlar, özellikle şempanze Fifi ile
goriller Penelope ve Peter, köyde serbestçe yaşayabilmek yetenekleri yetersiz
birer yaratık olmuşlardı. Üzülerek tek seçenek olan hayvanat bahçeleri
kaldı onlar için. Sonuçta Lambaréné'den onüç göril hayvanat bahçelerine
sevkedildiler. Onlara bazen bu yolculuk ve hayvanat bahçesindeki alışma
dönemi boyunca bir Lambaréné'li dost eşlik ederdi. Dr.Schweitzer'in kızı
Rhena gibi, Dr.Schweitzer de özellikle gorillere düşkündü. Ormana, bu
güçlü (ve şimdilerde yokolan) maymunların yaşam bölgelerine giren herkese
onlara azami saygıyla davranmalarını salık verirdi.
Müzik ve hayvanlar zaman zaman birbirlerine karışıyordu. Özellikle annelerini
vuran avcı para için üç pelikan yavrusu getirdiğinde bu karışım daha bir
belirginleşmişti. Onlara ünlü Alman besteci Richard Wagner'in destan kahramanları
Tristan, Lohengrin ve Parfisal adlarını verdi. Gerçek birer pelikan olarak
yetiştirilen hayvanların ikisi geçen bir pelikan sürüsüne karışarak uçup
gittiler ama Parfisal gitmedi. Tersine Dr. Schweitzer'in gece bekçiliği
görevini üstlenmeye karar vermişti. Doktorun kulübesinin dışına tüner
ve kimsenin geçmesine izin vermezdi. Hastanede öylesine popüler bir varlık
oldu ki Dr.Schweitzer onun ağzından kendi yaşam öyküsünü anlatan küçük
bir kitap yazdı. "Bir pelikan yaşamını seslendiriyor". Ona herkesin
seslendiği gibi, "Mösyö Pelikan", korkutucu bir kişilik sergilemekteydiyse
de ondan görkemlisi, açıkhava tuvaletine giden yolu bekleyip, gelip geçenin
bacaklarını gagalayan bir hindiydi.
Dr. Schweitzer hastane köyüne araçlarıyla gelen kişilerden ördek, kaz
ve tavuklara saygı göstermelerini talep ederdi. Bu amaçla hayvanların
resimleri bulunan ve "Yavaş Sürünüz" yazılı bir levha diktirmişti
yol kenarına. Cebinde her zaman küçük bir bez kesecikte buğday ve pirinç
taşırdı ki rastladığı çeşitli hayvanları duraklayıp besleyebilsin. Belki
de kırmızı bir tavuğun Dr. Schweitzer'e özel bir sevgi duymasına yol açan
nedendi. Bir keresinde doktorun odasında uyumaya bile niyetlenmişti, ama
bir tavuk arkadaşını da beraberinde getirmeye karar verince doktor ikisini
de kışkışladı.
Onun hayvan dostları arasında en çok sevilenleri ve en narinleri, o sevimli
antiloplardı.Bunların herbiri daha bebekken korunmaya alınmış ve doktorun
evinin hemen yakınında bir yerde büyütülmüşlerdi. Uzun bir liste oluşturuyorlardı:
Lucic, Leonic, Thedore, Pamela, Caro, Erika..., ve hepsi de mükemmel birer
ev bireyiydiler. Sonraki yıllarda sık sık çıktığı akşam gezintilerinde
yanında hep Leoni ve Thedore olurdu. Dr Schweitzer Lambaréné'de bir sürü
hayvanın varlığının aslında pratik amaçlara da yaradığını söylemiştir.
Örneğin kiler kapısını kaydırak niyetine kullanan bir keçi manzarasının
yarattığı eğlencenin yanısıra bu hayvanlar ekilen topraklara yararlı değerli
doğal gübreyi de sağlıyorlardı. Tek bir gün bile geçmiyordu ki Dr. Schweitzer
hastalarının acılarını dindirip hayatlarını kurtardığı gibi kimi küçük
canlıların da hayatlarını kurtarmasın. Yanlışlıkla içeri giren bir arıyı
mutlaka tersine çevrilmiş bei bardakla hapseder, sonra dışarı çıkıp salıverirdi.
Bir karıncayı, bir hamamböceğini ya da bir solucanı ezmemek için adımlarını
ansızın yolundan dışarı yöneltirdi. Gelgit nedeniyle nehirden bağlantısı
kesilmiş küçük su birikintilerinde kurbağa yavruları görünce hemen bir
kanal açıverir, onların nehre ulaşmalarını sağlardı.
Eskiden bize göre değerli addettiğimiz hayvanlara, değersiz saydıklarımızın
arasında bir ayırım yapmaya çalışır ve istediğimizde değersiz olanı yokedebileceğimizi
düşünürdük. Ama bu standart artık terkedilmelidir.Yaşayan herşey, salt
yaşayan birşey olduğu için değerlidir ve bu yaşam dediğimiz esrarın belirgin
özelliklerinden biridir.
Dr.Schweitzer, yeni binaların inşaası sırasında da inşaat sahasında bulunabilecek küçük canlılara zarar vermekten kaçınılmasına özen gösterirdi. Yaşam kurtarmak için inşa edilecek bir hastanenin temelinde başka yaşamların ölümleri ve acıları yer almamalıydı.
Temel çukuruna payanda direği oturtulmadan önce mutlaka bir göz atar,
oraya herhangi bir karınca veya kurbağa ya da başka bir canlının düşüp
düşmediğine bakardım. Eğer birşeyler düşmüşse onları ellerimle tutup çıkarırdım
ki payanda onları ezmesin ya da payanda oturtulduktan sonra toprak ve
taşlarla dövülerek sıkıştırılırken ölmesinler.
Bu prensip, olabildiğince başka her türlü yaşam şekilleri için de geçerliydi,
çiçekler, bitkiler, ağaçlar gibi. Ona uzaklardan gönderilen armağan çiçek
demetlerinden alabildiği tek gerçek haz, onların birer nezaket nedeniyle
gönderilmiş bulunmaları olurdu. Lambaréné'de herkese, hastalara, ziyaretçilere
ve görevlilere çiçekleri kesmemelerini önermişti. O , yalnızca bri portakal
ağacını kurtarmak için yeni açılan bir yol güzergahını değiştirmekle kalmamış,
bir keresinde de bir palmiye ağaçları kümesini olduğu gibi söküp başka
bir bölüme taşımıştı.
İnşaat yapacağımız bölgede bulunan palmiye ağaçları bizim için ek bir
iş oluşturacaktı. En basit yöntem onların tümünü birden kesip atmak olacaktı.
Palmiyenin pek değeri yoktu çünkü etraf onlarla doluydu. Ama onları sarmalayan
asalak sarmaşıkları kesip de nasıl bir yaşama sevincine kapıldıklarını
görünce, elimiz baltaya varamıyordu. Bundan dolayı çok ağır ve külfetli
bir iş olmasına rağmen, sökülüp nakledilebilecek olanlarını dikkatle kökleyip
başka bir yere dikiyorduk.
Dr. Schweitzer yaşadığı hergün prensipleri doğrultusunda işler yaptı.
Bir canlıyı yaşatmak ya da öldürmek ikilemiyle her karşılaştığında o özgün
olayın çerçevesinde karar verdi ve her zaman seçtiği yaşamın, seçtiği
ölüme göre daha çok savunulabilir addedilmesini umdu. Onun inanışına göre,
hüzünlü kalplere kendine özgü güzelliğini sunan doğa insanoğluna olan
borcunu ödemekteydi. Yaşamın yalnızca karanlık yüzünü görebilenler için
de söylenecek birkaç sözü vardı.
Asla, dünyada artık güzel birşey kalmadı demeyin. Bir ağacın biçiminde ya da bir yaprağın titreyişinde sizi hayran bırakacak birşeyler mutlaka vardır.
Bir ağaç büyür, meyve verir, sonra, bir süre sonra artık büyüyemez, yapraklarını
yitirir, dalları kurur. Ne olmaktadır? Yaşama enerjisi neden yetersiz
kalmıştır? Üzerinde olduğu toprağın derinlerine yeterince kök salamamıştır
da onun için. Ağaçları bilen herkes ne anlatmaya çalıştığımı anlar. Kendi
kendime bunun biz insanlar için de aynen geçerli olduğunu düşündüm. Medeniyetin
ve insanlığın henüz yeterince derin kökleri yok. Çünkü dayanak ve yeni
ivmesi yok insanlığın. Üzerine kurulu olduğu ahlak anlayışı çok dar ve
sığ bir temeli var. Yalnızca insanlarla ilgili kalmış. Bu ahlak anlayışı
diğer yaşayan varlıklarla aramızdaki ilişkilere şöylece uzaktan bir bakış
atmış, zararsız ama önemsiz hoş bir duyarlıktan ibaret bir şeymiş gibi.
Ama aslında bu ilişkiler çok önemli şeylerdir! İnsanlık, ancak tüm yaşayanları
kapsayan ahlak değerleri varolursa derin köklerine kavuşur ve asla kurumayacak
gümrah çiçeklerini açabilir.